5 Mart 2010 Cuma

ISSIZLIĞIN ORTASINDA…


Derinlerden gelen müziğin sesiydi ona eşlik eden, ılık bahar akşamında cırcır böceklerinin sesiyle ahenk içinde.
Yazmayı seviyordu, kalem ve kağıt olmalıydı hislerini anlatan, ne daktilo olmalıydı nede bilgisayar, teknolojiyi sevmiyordu, her ne kadar kolay olsa da.
Kalemin acıttığının farkına vardığında gözlerini ayırdı dalıp gittiği uzaklardan. Ellerini birleştirdi yüzünde, sanki bir ağrı saplanmış gibi sıktı şakaklarını, düşünmek istemiyordu yaşanan bütün olayları. Zamana bırakmalıydı belki de, bitmeyeceğini sandığı bu acı, zamanla unutulur diye geçirdi aklından. Avunmak için kendince bir teselliydi aslında.
Gözleri geldi aklına, gözbebeklerinde yakaladığı ışıltıda, içine dolan huzuru hissetti. Balköpüğü rengiydi, ay ışığında bile görülebilecek kadar güzeldi, pırıl pırıl, duru, sevgi dolu… Nasıl unutabilirdi ki o saf bakışların ardındaki mutluluğu. İlk tanışmalarını anımsadı, oysa hiç umursamamıştı o akşam, o masada onun varlığını, ta ki dans ettiği kollarında, onun gözlerinde kaybolduğu ana dek. Büyülenmişti, hiç bırakmak istememişti ellerini, sarıldığı bedeninden. ASCHK böyle bir şey mi diye düşündü, bir anda yakalanan. O ne düşünüyordu acaba, gözleri gözlerinde buluştuğunda, anlamış mıydı ondan o denli etkilendiğini, ya da o da etkilenmiş miydi kendisinden. Uzun süre bakıştılar, müziğin ritmiyle uçuyorlardı adeta, danstan öteydi kucaklaşmaları.
Ürperdiğini hissetti, o geceyi yeniden yaşamışçasına, kalbinin hızla attığını fark etti. Uzaklaştı masadan, kanepeye uzandı, gözlerini kapatıp onu düşünmeye devam etmeliydi, özlem giderircesine. O geceden sonraki buluşmalarını düşündü, cebinde gizlediği yüzüğü vermeyi denediği o buluşmaları. Dudaklarını ısırdı büyük bir hırsla kanatırcasına, canını acıtmak istedi, sanki acının yönünü değiştirmek istercesine. Onsuzluğun acısı yerleşmişti bir kere, kalbine, beynine. Evdeki sessizlikte bile o vardı, kanepede onun dizlerine uzanmıştı bir hafta önce.
Sehpanın üzerinde duran resme baktı, balköpüğü rengi gözlerindeki ışıltıya baktı. Resmin yanında duran yüzüğü aldı avuçlarına, sımsıkı tuttu, ayağa kalktı, ağır adımlarla evden çıktı, nereye gideceğini bilmeden. Ayakları onun evine getirmişti, ışıkları yanıyordu, birkaç dakika izledi gölgesini, sessizce yaklaştı kapıya. Yüzüğü bırakmak istedi paspasın üzerine, sonra ne değişecek diye geçti içinden. Bırakamadı, uzaklaştı oradan, yürümeye devam etti. Eve geldi resmi sehpanın üzerinden aldı, yüzükle beraber çekmeceye koydu.
Masaya oturdu tekrar yeniden yazmayı denedi, yazamıyordu, içinden gelmiyordu aslında hiçbir kelimeyi kullanmak.

Issızlığın ortasında tek başına kalakalmıştı, çaresiz….

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder